BASINDA BİZ

TEMSA ENERJİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI MÜMİN CEYHAN

Bursalı işadamı Mümin Ceyhan, Bursa sanayisi ve kent altyapısının inşasında önemli bir isim. Enerji nakil hatları ile uğraşan Ceyhan’ın, enerji üzerine bir başka uğraşı daha var; bizim sadece üzerinde kaydığımız ya da kardan adam yaparak birbirimizi eğlendirdiğimiz Uludağ’ın karından elektrik üretiyor...

Mümin Ceyhan, Bursa için önemli isimlerden bir tanesi. 1979’da kurduğu Temsa Mühendislik bugün 29 yaşında ve enerji tesisleri inşaatında uzmanlaşmış bir şirket. Aslında sadece enerji tesisi de değil; şehir şebekeleri, elektrikle ilgili şalt tesisleri, enerji nakil hatları, dağıtım merkezleri alanında da faaliyet gösteriyorlar. BTSO OSB içerisindeki tüm enerji tesislerinin altındaki imza da Mümin Ceyhan’ın şirketine ait, Kapalıçarşı ve birçok şehrin alt yapısındaki imza da... Ama bizim Mümin Ceyhan’ı ziyaret sebebimiz biraz farklı; Ceyhan’ın enerji üzerine bir uğraşı daha var ki, Uludağ’ın karla kaplı zirvelerinden ilham alıyor...


Hemen projenizle başlayalım mı? Çok ilginç bir proje...

Bursa’nın Uludağ’ı kış turizmi ve meşhur beyaz örtüsü ile biliniyor. Benim projemse bu güzellikten başka bir alanda faydalanmayı amaçlıyor. Anlatırken çok basit gelebilir ama Uludağ’ın 36 kilometrekarelik bir alanı kapsayan bölgesinde biriken karların ve kar sularının, Deli Çayı üzerinden geçerken kontrol edilmesi ve Aksu Yatağına aktarılırken elde edilen düşüyle enerji elde edilmesi olayı... Yani ben, Deli Çayı’ndan geçen kar sularını regüle ederek devletin verdiği miktarda suyu alıyor ve bin 800 metrelik bir kanalla buraya getiriyorum. Burada bir havuzda dengelenen suyu ise 150 metrelik bir düşüş ile santralime getirerek enerji elde ediyorum. Yani devletten aldığım saniyede iki metreküp akışa sahip sudan, 2800 kilovat/saat tam kapasiteli elektrik üretiyorum.

Biraz santralinizden ve yatırım maliyetlerinizden bahseder misiniz?

Santralimizin gücü 3,2 megavat/saat civarında. Üretilen elektrik, santralden çıktıktan sonra dört kilometrelik bir enerji nakil hattıyla Bursa Çimento enerji nakil hattına giriyor ve oradan da ulusal şebekeye aktarılıyor. Yani benim ürettiğim enerji, bildiğimiz TEDAŞ’ın ulusal sistemine intikal ediyor. Yaklaşık olarak dört milyon dolar civarında bir maliyeti var tesisin. Santralin türbünlerini Almenvasser Craft firması yaptı, orta gerilimini Snayder, kalan diğer tüm işlerini de kendi firmam yaptı. Bütün montaj işlemlerini de biz kendimiz yapıyoruz. Bu projenin geçmişi üç, dört senedir ama tam kapasite olarak çalıştığımız süre henüz iki yıldır. Biliyorsunuz, 2001 yılında 4628. Sayılı Yasa çıktı. Bu yasa, AB tam üyelik sürecinde bir gecede çıkarılan yasalardandır ve kaynakların özel sektör tarafından enerji üretilmeye açılması şeklinde yorumlanabilir. Biz de burada bir enerjinin olduğunu düşünüyorduk. Benim projemin asıl temeli, gerçekte on yedi yıl önce atılmıştır. Yasa çıkınca biz de projemi hayata geçirdik. Tabii enerji üretmek ve ulusal sisteme bağlamak, Türkiye için önemli bir kazanç, çünkü Türkiye’nin özellikle enerji konusunda önemli bir sorunu var; dışa bağımlıyız.

Yeni enerji projeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şimdi Türkiye’de nükleer santral yapmaya çalışıyorlar ama bu da teknolojik olarak dışa bağımlıdır. Bizim burada yaptığımız şeyse, tamamen yenilenebilir bir enerji kaynağından elektrik üretmek... Hiçbir bağımlılığı yok, 10 milyon kilovat/saat elektrik üreteceğim ve ürettiğim enerjiyi de ulusal sisteme bağlıyacağım. Bu ne demek biliyor musunuz? Bugünkü değerlerle, yılda en az bir milyon dolar katma değer oluşturulması demek.

Neden böyle bir işe giriştiniz? Sizi enerji üretmeye iten nedir?

Ben elektrik mühendisiyim, enerji üretmek hem mühendis olarak bana cazip geliyor, hem de bir şey yapıyorum işte... Yani dünyada enerji üretmek artık çok önemli hale geldi. Dünyanın enerji diye bir sorunu var; hem üretme, hem de tüketme anlamında. Dolayısıyla ben bu projeyle hem kişisel anlamda tatmin oluyorum, hem de ülkeme katkıda bulunuyorum. Proje üretmek bir kahırdır Türkiye’de, akıl almaz bir bürokrasi vardır. Zaten projeden korkmuyorsunuz, bürokrasiden korkuyorsunuz. Herkes sizi sınava tâbi tutuyor. Türkiye’de yatırım yapma kültürü de yok. Artık bunu aşmamız, geliştirmemiz lazım. Ayrıca devlet yatırım yapanın önünü açmıyor ki, devlet yatırım yapandan sanki korkuyor. Cumhuriyet ile birlikte böyle bir hamle olmuş olmasına ama yeteri kadar geliştirememişiz. Çünkü bugün sanayi devrimini yapanlar, 300-500 yıldan beri iğneyle kuyu kazarak üretim yapmayı öğrenmişler. Biz ise bunu çok sonra öğrenebildik. Bu nedenle yatırım yapmak zor. Buradaki ekipmanların çoğu Türkiye’de yapılabilir olduğu halde yurtdışından almak zorunda kalıyoruz. İnanılmaz derecede dışa bağımlı hale geliyoruz.

Sizin de söz ettiğiniz gibi dünyada bir enerji açlığı var ve tüm ülkeler yenilenebilir enerji kaynaklarından en yüksek verimi elde etmek için çabalıyorlar. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Ben, yenilenebilir enerji kaynakları arasından suyun daha efektif kullanılabileceğini düşünüyorum. Bizim bulunduğumuz yerde ben, ikinci bir santral yetkisi daha aldım. Aynı su üzerinde üçüncü bir santral için müracaat ettiğimizde ise bir takım insanlar girdi işin içine ve dört, beş başvuru daha oldu. Yani sadece o derenin üzerinde birçok santral yapma imkânı var.  Üstelik bu santralden arka arkaya yapmak da mümkün. Neyse işte, ikinci santral lisansını aldıktan sonra başkaları da girdi, herhalde bazı bürokratik tüyolar alıp “burada böyle bir iş varmış diyerek” geliyorlar artık. Rüzgâr konusunda ise pek iyimser değilim; Bursa’nın içinde böyle bir kaynak yok bana göre, Karacabey veya benzeri yerlerde ise olduğu söyleniyor. Türkiye Rüzgâr Atlası, yakın bir tarihte yayınlandı. Biraz önce de bahsettiğim gibi ben su kaynaklarının daha iyi değerlendirilebileceği kanaatindeyim, bu nedenle de bir ya da iki ay içinde enerji almaya başlayacağım tesisten sonra gücüm yeter ve teşvik de bulabilirsem ikinci santrale başlayabilirim.

Peki, bireysel olarak enerji üretmeyi başaran bir yatırımcı olarak, yasal zemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Engeller, eksikler, zorluklar nelerdir?

Bir kere yenilenebilir enerji kaynaklarının çekici olması gerekiyor, değil mi? Çünkü oradan elde edilecek temiz enerjiye hepimizin ihtiyacı var. Ama maalesef Türkiye’de teşvik edilmiyor, sadece özendiriliyor. Bu hususta o kadar çok proje üretildi ki, ama o projeler içerisinden hayata geçirilenler bir elin parmaklarını geçmez. Çünkü teşvik yok, Türkiye’deki teşvik sistemi öyle enteresan ki, teşvik yapılıyor gibi gösterilip aslında yapılmıyor. İnsanları şaşırtıyorlar; mesela bu tesisin inşası sırasında teşvik edildik sözde, ama yolun yarısına geldik ki teşvik yasasını değiştirdiler ve aldığımız teşvik geri çekildi, böyle enteresan bir durum. Bir de bu tip yatırımlarda ihtiyaç duyulan makine ve ekipmanların Türkiye’de üretiliyor olması ve dolayısıyla ucuz hale getirilmesi lazım. Eh, bu Türkiye’de yok mu? Var olmasına var da, o sanayi dalı da teşvik edilmiyor ki, tam tersine sanayiciler ithalata yönlendiriyorlar. Tekrar ifade etmekte yarar görüyorum, enerji konusunda Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulması için yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesi lazım. Jeotermal, güneş enerjisi, hidrolik enerji, biyodizel... Ama asla nükleer santral düşünülmemeli çünkü bir kere nükleer santralin teknolojisi bize gelmeyecek, o teknoloji için yine dışa bağımlı olacağız. Ayrıca kurulması planlanan nükleer santraller beş bin megavat/saat enerji üretebilecek ki bu da ancak Türkiye’nin ürettiği enerjinin yüzde 3’ü demektir. Bu nedenle nükleere yapılacak yatırımların, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu sadece ben düşünmüyorum, herkes düşünüyor ama kimse uygulayamıyor.